2 Ağustos 2010 Pazartesi

come again

Ağzına bakıyorum. Dudaklarının birbirine değdiği çizgiye, dikkatlice. Ağzını her açtığında çiçekler dökülüyor yere, gülümsüyorsun. Ayakların çıplak. Sesin ayakların gibi çıplak. Sen neyi ne zaman söyleceğini bilmekten öte, söyleyeceğini söylediğinde doğru zamanı yaratıyorsun. Yarattığın zamanda salınıp duruyoruz. İçimizde hem iyiler, hem kötüler savaşmayı bırakıp sadece salınırken,
tanrıdan bozma değil tanrıdan doğma olduğumuzu biliyorsun.

İçin uçuyor, tutmaya gerek duymuyorsun. İçin eteklerinden uçup gidiyor.
Içimizde hem ölüler hem diriler var.
özlediğimden değil,
biliyorsun.

Yine gel…

6 Şubat 2010 Cumartesi

'Düş'mek

Cesaret, atlamaktan korktuğun buz gibi suda kendini bulmadan bir önceki an.

Düşmek ile düşlemek arasındaki dikkat çekmeyen çizgi.

Cesaret kapıyı arkandan çekebilmek,
yavaşça.

3 Kasım 2009 Salı

nada

Yazılan hikaye her zaman anlatılanlardan değildi. Hikaye, hayatta o istiyor diye dururken, hergün ölecek yer armaktı usulca. Daha önce hiç sevişmediğini hissetmekti o içindeyken, aynı anda güvende olmamaktı.

Kalp ağzını açtı mı bir kere, ya ne dediğini bilmiyordu, ya da anlattığı hikayeye biz hazır değildik.

"Plastik bir zarafetin taştan sukuneti ile içindeki bıçakları bileyliyor. O böyle aşık olabiliyor. Bildiğim hiç bir yüze benzemiyor yüzü ve herkes tanıdık onun yüzünde. Çizdiği resme basmama sadece tek bir adım kalmışken, içimde doğrularla yanlışlar birbirini eziyor. Adamın gölgeli yanı kapatıyor dünyanın bütün acımasızlığını, ve o gölgelikte yine seviyorum dünyayı, bende öldürdüğü onca masuma rağmen.
İnsanlığı da yoruluyor insanın bir yerden sonra. Yeter demek zor geliyor.
Dinlemeye karar verdiğinde beni, ya anlatmak istemezsem diye korkuyorum. Masumca söylenilen bir yalandan, yakabilir miyim elimdekini, elimle birlikte? “Yalanını seveyim” demek istiyorum da –insan tarafım-, diyemiyorum. Halbuki ben onu, yalanına kadar sevmek istiyorum."



Dedim, bu hikaye her zaman anlatılanlardan değil diye. Kalp ağzını açtı mı bir kere, denesene elinle ağzını kapatmayı,
ısırıverir…
………………………………….

"Az konuşmasına inat, benim çenem durmuyor. Bütün kadınlığımı ortaya seriyor dilim, nefes bile almıyorum konuşurken. Zaman yok, anlatmam lazım neleri göze alıp, nelerden vazgeçmiş gibi yaptığımı. Gurur duyarsa benimle, o zaman, yok olduğumda, beni kendi kendine var edebilir. Kaygım, onun ellerinde tekrar şekillenmek, bu yüzden doğru bilsin istiyorum beni. O ise sadece dinlermiş gibi yapmasının utancını duyuyor ben konuşurken.
En sonunda susuyorum, ikimiz de derin bir nefes alıyoruz. Ve birden ne kadar güzel olduğumu farkediyor sessizliğimin içinde. Gözlerimin kenarındaki çok da derinleşmemiş kırışıklıkları inceliyor ilgiyle. Gözleri ağzımı bulduğumda dilimi ısırıyorum tekrar konuşmaya başlamamak için. Beceriksizce gülümsüyorum.
Oturduğu sandalyeden kalkıp, masamızdaki şekerliği devirerek öpüyor beni. Dökülen toz şeker, masanın üzerine kendine bir yol çiziyor. Şekerin beyazı dirseklerime batıyor. Öperken beni, sanki içime bağırıyor adam, kulaklarım uğulduyor, sessizce bekliyorum mide bulantım geçsin diye. Ben de böyle aşık olabiliyorum. Sonra yerine oturuyor yine, dilim onun ağzında kalıyor.
Bir daha konuşmuyorum…."

………………………………….

Elimi tutuyor birden, soruyor, “nasıl geldik buraya?” Masallardan bir tanesini seçmesini istiyorum, seçiyor,
anlatıyorum.
Bu hiç olmuyor...

………………………………….
Aramıza inen perdede adam kadını bir tren garında terkediyor.
Hoyrat bir korkaklığı vardı sanki.
Bu onun hikayesi…
………...........

İçimdeki bıçakları bileyliyorum. Ben ancak böyle veda edebiliyorum.
Birini öldürmek için, önce kendindekini öldürmelisin.
Deniyorum,
oluyor.

17 Ekim 2009 Cumartesi

questions

can you see the pain?
can you keep it for me?
can you feel the same?
can you close the case?
do you have a heart?
are you ready for a revolution?

are we growing up
or
dying?

you will find the exit by yourself

21 Eylül 2009 Pazartesi

JB

"i had to send it away to bring us back again"

peki.

inan

gökkuşağına inanmak yerine ağaçlara inanmak zamanı. bavulunu toplamışların tekrar evlerine döneceklerine inanmak yerine onları gidecekleri yere kadar bırakma zamanı. veda, etmekten korktuğun kadar kötü değil, bunu kabul etme zamanı. geriye doğru yürürken aslında hiç doğmamış olduğundan şüphe etme zamanı. Onun hayatının sana değmesini engellemek için bavullarını toplama zamanı. gidilecek yerlere yalnız gitme zamanı. durup bir düşünme zamanı. nereden geldiğini veya nereye gittiğini değil sadece ayağını bastığın toprağın hayatını anlama zamanı. kederden ölünecekse veya mutluluktan uçulacaksa dürüst olma zamanı. yalansız yaşanmıyor diyorsa, ona bir gülümseme borçlu olduğunu unutma zamanı. her unutuşun bir hatıranın üzerinden havalandığını hatırlama zamanı. rengarenk bir gökkuşağını, sırtını yaşlı bir ağaca yaslayarak seyredebileceğine inanmak zamanı-dır.

30 Ağustos 2009 Pazar

merhaba - trauma

Sadece bir kelime mesafedesin… tek kelime ile tekrar görünür olacaksın… gördüğümü sevmeyeceğim, gördüğünü sevmeyeceksin… anahtarlarını yuttuğumuz kapıların kilitleri… bu yüzden ıstırabımız… bu yüzden karnımızdan kalbimize yürüyen iltihabımız... unutkan bir deniz feneri tutacaksın… karanlık denizin balıkları dansedecek, her hareketinle… geriye doğru her unutuşunda, gün doğumuna avlanan uğurböcekleri artık olmayacak…

Bazen içinde insan barındıramaz aşk… ve tekrar edemez kendini…

Bu yüzden sadece bir kelime mesafedesin… tek kelime ile görünür olacaksın…

seni sevmeyeceğim
beni sevmeyeceksin