Yazılan hikaye her zaman anlatılanlardan değildi. Hikaye, hayatta o istiyor diye dururken, hergün ölecek yer armaktı usulca. Daha önce hiç sevişmediğini hissetmekti o içindeyken, aynı anda güvende olmamaktı.
Kalp ağzını açtı mı bir kere, ya ne dediğini bilmiyordu, ya da anlattığı hikayeye biz hazır değildik.
"Plastik bir zarafetin taştan sukuneti ile içindeki bıçakları bileyliyor. O böyle aşık olabiliyor. Bildiğim hiç bir yüze benzemiyor yüzü ve herkes tanıdık onun yüzünde. Çizdiği resme basmama sadece tek bir adım kalmışken, içimde doğrularla yanlışlar birbirini eziyor. Adamın gölgeli yanı kapatıyor dünyanın bütün acımasızlığını, ve o gölgelikte yine seviyorum dünyayı, bende öldürdüğü onca masuma rağmen.
İnsanlığı da yoruluyor insanın bir yerden sonra. Yeter demek zor geliyor.
Dinlemeye karar verdiğinde beni, ya anlatmak istemezsem diye korkuyorum. Masumca söylenilen bir yalandan, yakabilir miyim elimdekini, elimle birlikte? “Yalanını seveyim” demek istiyorum da –insan tarafım-, diyemiyorum. Halbuki ben onu, yalanına kadar sevmek istiyorum."
Dedim, bu hikaye her zaman anlatılanlardan değil diye. Kalp ağzını açtı mı bir kere, denesene elinle ağzını kapatmayı,
ısırıverir…
………………………………….
"Az konuşmasına inat, benim çenem durmuyor. Bütün kadınlığımı ortaya seriyor dilim, nefes bile almıyorum konuşurken. Zaman yok, anlatmam lazım neleri göze alıp, nelerden vazgeçmiş gibi yaptığımı. Gurur duyarsa benimle, o zaman, yok olduğumda, beni kendi kendine var edebilir. Kaygım, onun ellerinde tekrar şekillenmek, bu yüzden doğru bilsin istiyorum beni. O ise sadece dinlermiş gibi yapmasının utancını duyuyor ben konuşurken.
En sonunda susuyorum, ikimiz de derin bir nefes alıyoruz. Ve birden ne kadar güzel olduğumu farkediyor sessizliğimin içinde. Gözlerimin kenarındaki çok da derinleşmemiş kırışıklıkları inceliyor ilgiyle. Gözleri ağzımı bulduğumda dilimi ısırıyorum tekrar konuşmaya başlamamak için. Beceriksizce gülümsüyorum.
Oturduğu sandalyeden kalkıp, masamızdaki şekerliği devirerek öpüyor beni. Dökülen toz şeker, masanın üzerine kendine bir yol çiziyor. Şekerin beyazı dirseklerime batıyor. Öperken beni, sanki içime bağırıyor adam, kulaklarım uğulduyor, sessizce bekliyorum mide bulantım geçsin diye. Ben de böyle aşık olabiliyorum. Sonra yerine oturuyor yine, dilim onun ağzında kalıyor.
Bir daha konuşmuyorum…."
………………………………….
Elimi tutuyor birden, soruyor, “nasıl geldik buraya?” Masallardan bir tanesini seçmesini istiyorum, seçiyor,
anlatıyorum.
Bu hiç olmuyor...
………………………………….
Aramıza inen perdede adam kadını bir tren garında terkediyor.
Hoyrat bir korkaklığı vardı sanki.
Bu onun hikayesi…
………...........
İçimdeki bıçakları bileyliyorum. Ben ancak böyle veda edebiliyorum.
Birini öldürmek için, önce kendindekini öldürmelisin.
Deniyorum,
oluyor.
3 Kasım 2009 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)