En çok kalabalık içinde yalnız kalırız. En tok, sofrada kürdan koyacak yer bulamadığımız zamandır. En büyüğümüz en küçüğümüzü ayağı ile ezdiği an varolur. Ve en küçüğümüz sağ kolunu vermeye hazır olduğunda,
büyür.
En güvenlisi onun kollarıdır. Aşk, en güvensiz ve en karşı konulmaz yerin yine onun kolları olduğu zamana verilen addır.
En sabırlımız dişlerini dökerken, en sabırsız olan masaya parmaklarını vurur.
En inançlımız aynaya bakmazken, “aslında yokuz” diye bağıranımız düşeni havada yakalar koltuk altından.
Körlerimiz görür, görlerimiz körmez bile.
Sahiplerimiz ipimizi bırakırken, özgürlük için öldürenler, özgürlük için ölenlerin mezarına tükürür.
En cesaretlimiz zırhlar giyerken, en cesaretsiz olanımız incecik bir ağacın arkasına saklanır.
En terbiyelimiz annemizken, en terbiyesizimizi annemizle aynı yatakta buluveririz.
Görlerimiz körken, körlerimiz
gülerken…
En çok bağıranın yanına koşarız, en sessiz duranımızın daha çok canı yanar, bilmeyiz. En çok sessizlikte duyarız, en sağırımız en çok konuşanımızdır.
Azı karar diyenin hep yastığının altı doludur da, avucundakini başkasının avucuna koyanın elleri kanar.
enler, boylara geçerken,
görlerimiz kör, körlerimiz
gülerken
ben
çok sıkılıyorum…
6 Ağustos 2009 Perşembe
4 Ağustos 2009 Salı
swimming with fishes
Gölgem sana doğru uzuyor. Güneş ensemden vururken beni, sadece saçlarım anlıyor seni. Rüzgarların göğsüme doğru, kalbimin kırığı sızlıyor esintinde. Kalbimin sızısını bir tek ellerin anlıyor. Üç tane yıldız var göğsümde, göğüs kafesimde bitiyor ışıkları. O yıldızları bir tek balıklar görüyor.
Yaşadığına inanan bir tek sen varsın. Olmadığın kadar güzel, görmediğim kadar siyah, anlamadığım kadar gerçeksin.
Sen rüzgarla gelensin
öyle de gidersin…
Yaşadığına inanan bir tek sen varsın. Olmadığın kadar güzel, görmediğim kadar siyah, anlamadığım kadar gerçeksin.
Sen rüzgarla gelensin
öyle de gidersin…
4 Mart 2009 Çarşamba
bak şimdi ne kaldı picasso
Bak şimdi ne kaldı,
Dünyanın gidişatına sağ ayağımı uydurabilmeye yeni alışmışken, sol ayağım pespembe bir çamurun içine saplanıp kaldı. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte masal devleri misali, bir ayağım yerde bir ayağım gökte Picasso’nun resimlerinden biraz halliceyim.
Ben bir zamanlar güneşin etrafında uçan melekler görürdüm. Şimdi onların mavi kanatları çoktan yandı. Yanan kanatlarının acısından olsa gerek, pek bir mutsuz, pek bir insanca yaşamaya başladılar. Canlarının acısına acıdılar. Ve ben sırf eski yaralarım açılmasın, canım yanmasın diye, -biraz da utancımdan- onların yüzüne bakamıyorum artık. Gözlerinden akan yaşları görmezden gelip sağ ayağımla ağır aksak hayatıma devam ediyorum. Tıpkı bir zamanlar bana yaptığı gibi.
Ölmediğine şükredemeyecek kadar yoruyorum bu vücudu. Hissizleşmek istiyorum, ruhumun sesi çıkmasın diye.
Öyle güzel, öyle hazin hazırlıyorum ki sonumu, gömmeye kıyamayacaklar…
…………………………………
Bak şimdi ne kaldı,
Kemikleri kırılmış bir çift kalp
Kanatsız mutsuz eski melekler, artık mavi de değiller üstelik.
Ben; tek bacaklı, bir tarafı yanık Picasso modeli
………………………………..
Acıyalım mı?
Acıtalım mı?
Dünyanın gidişatına sağ ayağımı uydurabilmeye yeni alışmışken, sol ayağım pespembe bir çamurun içine saplanıp kaldı. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte masal devleri misali, bir ayağım yerde bir ayağım gökte Picasso’nun resimlerinden biraz halliceyim.
Ben bir zamanlar güneşin etrafında uçan melekler görürdüm. Şimdi onların mavi kanatları çoktan yandı. Yanan kanatlarının acısından olsa gerek, pek bir mutsuz, pek bir insanca yaşamaya başladılar. Canlarının acısına acıdılar. Ve ben sırf eski yaralarım açılmasın, canım yanmasın diye, -biraz da utancımdan- onların yüzüne bakamıyorum artık. Gözlerinden akan yaşları görmezden gelip sağ ayağımla ağır aksak hayatıma devam ediyorum. Tıpkı bir zamanlar bana yaptığı gibi.
Ölmediğine şükredemeyecek kadar yoruyorum bu vücudu. Hissizleşmek istiyorum, ruhumun sesi çıkmasın diye.
Öyle güzel, öyle hazin hazırlıyorum ki sonumu, gömmeye kıyamayacaklar…
…………………………………
Bak şimdi ne kaldı,
Kemikleri kırılmış bir çift kalp
Kanatsız mutsuz eski melekler, artık mavi de değiller üstelik.
Ben; tek bacaklı, bir tarafı yanık Picasso modeli
………………………………..
Acıyalım mı?
Acıtalım mı?
22 Ocak 2009 Perşembe
Aşk - Akıl
Teras
Karanlıkta kalan yüzümün sol tarafı, yastık izi olan…Yatagın sag tarafı, senin tarafın(dı). Tarafsız davranmak gerekirse gittigini anlamam bayagı uzun sürdü. Uzun ve derin bir sabahın karlanmıs terasında, elime aldıgım kar tanesinin erime süresinde anladım nihayet gittigini. O zamana kadar neden anlayamadıgımı bilemiyorum, sanırım dondum ben o gün. Donarak ölmek istedigimi hatırlıyorum sadece. Daha kar yagmamıstı, üzerimde geceligimle, terasta bütün gece gelecek günü beklemistim. Sensiz uyudugum ilk geceydi, "yanlıs karar, devam etmeliyiz" demek için aniden uyanıp ısıgı yaktıgımda, sag tarafım yoktu. Yastıgında kalan bir kaç saç teline baktım. Kalktım, içimdeki sessizligi anlamadan, çıglık atmakla uyumak arasında gidip gelerek odaya baktım,
duvarlar aynı renkti…
Donarak ölmek kolay degilmis, kocaman bir şehrin ayazı sadece adamın cigerlerine islermis.
O gece, ilk bunu anladım…
Kan ve Kahve
Gözlerimi açamıyor olmamın sebebi, gözümün altındaki lekelerin olusması ile aynı, dün gece de agladım. Sıkıldım artık ıslanıp kurumaktan, anlattıgım yorucu hikayelerden, gördügüm uzun rüyalardan. Güzel seyler düsünmek, güzel seyler düslemek her zaman olmuyor. Deli kanlı insanların da düsleri ellerinde kırılıp avuçlarını
kanatabiliyor….
Avuçlarımdaki kanın dudaklarında bırakacagı tadı merak ettim. Kandaki metalin tadı dudaklarına degdigi zaman gelir misin? Ya da söz versem, sözler versem, güzel sözler söylesem??
Sana, seni sevdigimi söylesem.. ve hep sevecegimi…
kahve yapsam sana?
Akıl
Sırt agrısı, kalp agrısının bittigi yerde baslıyor. Yani kalp agrısı esasen bitmiyor, sınırlardan bahsediyorum. Sırtımda, ince bir çizgide birlesiyor iki ağrı. Çok canımı yakıyorlar. Agrı, eşigini geçtiginde, aşkı ararken akıl buluyorsun. Artık canının yanmasıyla ilgilenmediginde, acılarınla birlikte kendine acımaların da durdugunda ve kendini yatagın sag tarafından sol tarafına çevirebilecek gücü buldugunda, -başın dönmeden- akıl seni bekliyor oluyor. Gergin topuz saçları ve sivri çenesi, güleryüzüne hiç de yakısmayan incecik dudaklarının aralıgından çıkan tok sesiyle şöyle diyor:
"evet, bittiyse işimize bakalım"…
Ironi
Bitsin istemiyorum ki ben…Hem akıl su anda en ihtiyacım olmayan sey…Akıl, seni güzel bir cenaze töreniyle gömmek demek. Akıl, yanan o güzelim atesin üzerine bir kova su dökmek demek. Halbuki benim, benzin dökesim var o atese, yapamayısımın sebebi, bir kaç gündür iyi uyuyamamaktan. Gücüm tükeniyor…
Hala biraz gücüm varken, biraz daha sevmek istiyorum seni.
Akıl demek sen demek….olsaydı, ben, ben olmazdım sen de bu sabah sag taraftan sırtımı öpüyor olurdun muhtemelen…
Ironinin bendeki açılımı: “Al bıçagı, sok kalbine. Çevir dur…”
Cinayetten Intihara
(Bir tek sen mi sandın, aynısından bende de var)
"Planlı sadece cinayet islenir" diyerekten, yaman bir intihar girisimi benim sana olan aksim. Kazara ölenlerden değilim, kendimi bosluga bıraktım. Beni tutup tutmayacagının önemi yok, sadece orada oldugunu bilmek yeterli. Yerçekimi kanununun, aero-dinamik kanunları ile birlesip beni nasıl bir hızla yere çakacagının da pekala farkındaydım. Cinayet isleyemeyecek kadar yeteneksiz biri oldugum için de intihar kaçınılmaz. Ruhsal intiharım önceleri bir cesaret örnegi gibi göründüyse de sana, yere düsme hızım arttıkça, benim sadece zavallı bir hasta oldugumu düsünmeye baslayarak gözlerini kapattın.
Göz göre göre yere çakıldım, bir tek sen görmedin…
intiharla basladım,
cinayetle bitirdin.
Rönesans - Tersinden
Tek bildigim akıl aramadıgım. Akıl mükemmeli önerir, halbuki ben seni istiyorum, çok çalıstım üzerinde.
Hatırlamak istemedigim bir sürü seçim yaptın, gittin geldin, sonra yine gittin sonra geldin. Dönecegini bilerek bekledigim için, korkunç bir oyuna dönüstün içimde. Hiç bir zaman kurban rolü biçmedim kendime, katil ben de olabilirdim pekala. Suç bedende saklı kaldıgı sürece, sorun olmamalıydı. Üzerine sinen kokuları, üzerime sinen korkularla birlestirmemeye çalıstım. Diyorum ya; çok çalıstım üzerinde. Bir heykeltras titizliginde, dikkatli ve sessizce. Törpüledigimin, bir yandan da kendim oldugunun farkında olarak, bunun iyi bir sey oldugunu sanarak. Yonttugumun kendimden oldugunu, ama sekillenmesi için es zamanlı kendimi de yontmam gerektiginin acısını bilerek, duyarak…
Sırt agrım bu yüzden olsa gerek, fazla yontulmaktan….Kalp kırgınlıgım da bu yüzden…
Küçük bir dikkatsizlik sonucu törpünün sivri ucu kalbime saplandı.
Acısını bile duymadım…
O yüzden bu kadar kolay "ben gidiyorum" diyebildim sana. Acı sonra geldi, "tamam git o zaman" dediginde…
g i t...
o...
z aman...
Tarifi mümkün olmayan bir kulak uguldaması gözlerimin önündeki sise çarpıp bine katlanmıs sekliyle vücudumda yankılandı. Çok kolay çıkmıstı o iki cümle agızlarımızdan.
-Ben gidiyorum,
-Git o zaman…
Burasını bilmiyordum, benim menzilim degildi. Tek bildigim dayanacak gücümün kalmadıgıydı. Gitme denilmeyecekti, ama bekledigim tek sey bir kaç dakika sessizlikti. O sessizligin içinden süzülüp gidecektim nasıl olsa.
Sis….
Kulak uguldaması…
Sis….
Kulak uguldaması…
Biraz ara…
Benci
Sokak kapısı arkamdan kapandıktan sonra her sey önemini yitirdi. Ne kurulan cümleler, o kurulan cümlelere karsılık kurulan yeni cümleler, tekrar tekrar kurulan ayna cümleler...Ne çok konusuyoruz allahım, tek derdimiz kendimizi anlatmak. Birbirimizden farkımız olmadıgını bildigimizden belki de, "ben" diye baslayan cümlelerin içinde derin bir acı yatıyor. Çünkü biliyoruz ki, senin benden hiç bir farkın yok, her gün aynı atmosfere dalıp, aynı çukurlara düsüp, aynı aşkın içinde kayboluyoruz. Ve ben, kendimi bile dinlemek istemezken, "ben" diye baslayan yabancı kaynaklı cümleleri dinlemek istemiyorum!
Dinlemedin ki beni....Halbuki en bastan “canımı yakma” demistim, sessizce yüzüme baktıgında ise, cümleyi anladıgına emindim.
“Canımı yakma, çünkü yakama yapısan keder benim degil, birilerinden emanet” dedim
Dinlemedin…
Bosluk – Merdiven
Geri dönecek gücü bulsaydım, kapıyı açıp kollarına atlardım "vazgeçtim, çok saçma, seni seviyorum...kahve içelim mi?" diye. Ama laf agızdan bir kere çıkmıstı, daha da kötüsü bacaklarım bu çöp haline dönüsmüs bedeni tasımıyordu. Gidebilme cesaretini göstermek, çok iyi bildigin bir sokakta kaybolmak kadar sasırtcı, hatta komik, bir o kadar da korkunçtu. Ikimizde de anahtarı olan, ama bir daha hiç bir zaman açmayacagımız bir kapıyı kapattım.
Acaba o merdivende ne kadar oturdum? ...Ve sen ne kadar kapının arkasında durdun?
Bilmiyorum....
Kavga
Bildigin yasadıgına yetmedigi zaman, karnına tekmeyi yiyorsun. Bütün içsel gevezeliklerin sonunu getiren esaslı bir tekme o, nefesini kesen cinsinden. Ayaga kalkıp yürüyebilirsen ne ala, yoksa kan tükürüyor insan. Her zaman iyi bir boksör olmakla övünen ben, kan tüküren bir zavallıya dönüsmemi karsı kaldırımdan oturup seyrettim, günlerce...
Günlerce....
Aşk - Akıl
Kazananın olmadıgı, ama kaybedenin de yasamadıgı bu sehrin sokaklarında, sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Kaybeden olmamak için degil, sadece birbirimizi kaybetmemek için. Kalabalık bir sehirde "biz" olmak zordu çünkü. Kalabalık bir zihinde sessiz kalmanın zor oldugu gibi.
Simdi ise hersey çok sessiz, kalbim sagır. Sadece bir çengelli igne ile takılı kaldın zihnime. Bütün canlılıgınla duruyorsun, bütün güzelligin ve sakinliginle, solgun sarı gülüsün ve gri gökyüzünden daha kasvetli ketum halinle.
Bu yüzden sonbaharı hep biraz daha çok sevecegim diger mevsimlerden…
Bir aklın alamayacagi kadar aşıgım sana.
Onun için aklım beklemek zorunda…
Karanlıkta kalan yüzümün sol tarafı, yastık izi olan…Yatagın sag tarafı, senin tarafın(dı). Tarafsız davranmak gerekirse gittigini anlamam bayagı uzun sürdü. Uzun ve derin bir sabahın karlanmıs terasında, elime aldıgım kar tanesinin erime süresinde anladım nihayet gittigini. O zamana kadar neden anlayamadıgımı bilemiyorum, sanırım dondum ben o gün. Donarak ölmek istedigimi hatırlıyorum sadece. Daha kar yagmamıstı, üzerimde geceligimle, terasta bütün gece gelecek günü beklemistim. Sensiz uyudugum ilk geceydi, "yanlıs karar, devam etmeliyiz" demek için aniden uyanıp ısıgı yaktıgımda, sag tarafım yoktu. Yastıgında kalan bir kaç saç teline baktım. Kalktım, içimdeki sessizligi anlamadan, çıglık atmakla uyumak arasında gidip gelerek odaya baktım,
duvarlar aynı renkti…
Donarak ölmek kolay degilmis, kocaman bir şehrin ayazı sadece adamın cigerlerine islermis.
O gece, ilk bunu anladım…
Kan ve Kahve
Gözlerimi açamıyor olmamın sebebi, gözümün altındaki lekelerin olusması ile aynı, dün gece de agladım. Sıkıldım artık ıslanıp kurumaktan, anlattıgım yorucu hikayelerden, gördügüm uzun rüyalardan. Güzel seyler düsünmek, güzel seyler düslemek her zaman olmuyor. Deli kanlı insanların da düsleri ellerinde kırılıp avuçlarını
kanatabiliyor….
Avuçlarımdaki kanın dudaklarında bırakacagı tadı merak ettim. Kandaki metalin tadı dudaklarına degdigi zaman gelir misin? Ya da söz versem, sözler versem, güzel sözler söylesem??
Sana, seni sevdigimi söylesem.. ve hep sevecegimi…
kahve yapsam sana?
Akıl
Sırt agrısı, kalp agrısının bittigi yerde baslıyor. Yani kalp agrısı esasen bitmiyor, sınırlardan bahsediyorum. Sırtımda, ince bir çizgide birlesiyor iki ağrı. Çok canımı yakıyorlar. Agrı, eşigini geçtiginde, aşkı ararken akıl buluyorsun. Artık canının yanmasıyla ilgilenmediginde, acılarınla birlikte kendine acımaların da durdugunda ve kendini yatagın sag tarafından sol tarafına çevirebilecek gücü buldugunda, -başın dönmeden- akıl seni bekliyor oluyor. Gergin topuz saçları ve sivri çenesi, güleryüzüne hiç de yakısmayan incecik dudaklarının aralıgından çıkan tok sesiyle şöyle diyor:
"evet, bittiyse işimize bakalım"…
Ironi
Bitsin istemiyorum ki ben…Hem akıl su anda en ihtiyacım olmayan sey…Akıl, seni güzel bir cenaze töreniyle gömmek demek. Akıl, yanan o güzelim atesin üzerine bir kova su dökmek demek. Halbuki benim, benzin dökesim var o atese, yapamayısımın sebebi, bir kaç gündür iyi uyuyamamaktan. Gücüm tükeniyor…
Hala biraz gücüm varken, biraz daha sevmek istiyorum seni.
Akıl demek sen demek….olsaydı, ben, ben olmazdım sen de bu sabah sag taraftan sırtımı öpüyor olurdun muhtemelen…
Ironinin bendeki açılımı: “Al bıçagı, sok kalbine. Çevir dur…”
Cinayetten Intihara
(Bir tek sen mi sandın, aynısından bende de var)
"Planlı sadece cinayet islenir" diyerekten, yaman bir intihar girisimi benim sana olan aksim. Kazara ölenlerden değilim, kendimi bosluga bıraktım. Beni tutup tutmayacagının önemi yok, sadece orada oldugunu bilmek yeterli. Yerçekimi kanununun, aero-dinamik kanunları ile birlesip beni nasıl bir hızla yere çakacagının da pekala farkındaydım. Cinayet isleyemeyecek kadar yeteneksiz biri oldugum için de intihar kaçınılmaz. Ruhsal intiharım önceleri bir cesaret örnegi gibi göründüyse de sana, yere düsme hızım arttıkça, benim sadece zavallı bir hasta oldugumu düsünmeye baslayarak gözlerini kapattın.
Göz göre göre yere çakıldım, bir tek sen görmedin…
intiharla basladım,
cinayetle bitirdin.
Rönesans - Tersinden
Tek bildigim akıl aramadıgım. Akıl mükemmeli önerir, halbuki ben seni istiyorum, çok çalıstım üzerinde.
Hatırlamak istemedigim bir sürü seçim yaptın, gittin geldin, sonra yine gittin sonra geldin. Dönecegini bilerek bekledigim için, korkunç bir oyuna dönüstün içimde. Hiç bir zaman kurban rolü biçmedim kendime, katil ben de olabilirdim pekala. Suç bedende saklı kaldıgı sürece, sorun olmamalıydı. Üzerine sinen kokuları, üzerime sinen korkularla birlestirmemeye çalıstım. Diyorum ya; çok çalıstım üzerinde. Bir heykeltras titizliginde, dikkatli ve sessizce. Törpüledigimin, bir yandan da kendim oldugunun farkında olarak, bunun iyi bir sey oldugunu sanarak. Yonttugumun kendimden oldugunu, ama sekillenmesi için es zamanlı kendimi de yontmam gerektiginin acısını bilerek, duyarak…
Sırt agrım bu yüzden olsa gerek, fazla yontulmaktan….Kalp kırgınlıgım da bu yüzden…
Küçük bir dikkatsizlik sonucu törpünün sivri ucu kalbime saplandı.
Acısını bile duymadım…
O yüzden bu kadar kolay "ben gidiyorum" diyebildim sana. Acı sonra geldi, "tamam git o zaman" dediginde…
g i t...
o...
z aman...
Tarifi mümkün olmayan bir kulak uguldaması gözlerimin önündeki sise çarpıp bine katlanmıs sekliyle vücudumda yankılandı. Çok kolay çıkmıstı o iki cümle agızlarımızdan.
-Ben gidiyorum,
-Git o zaman…
Burasını bilmiyordum, benim menzilim degildi. Tek bildigim dayanacak gücümün kalmadıgıydı. Gitme denilmeyecekti, ama bekledigim tek sey bir kaç dakika sessizlikti. O sessizligin içinden süzülüp gidecektim nasıl olsa.
Sis….
Kulak uguldaması…
Sis….
Kulak uguldaması…
Biraz ara…
Benci
Sokak kapısı arkamdan kapandıktan sonra her sey önemini yitirdi. Ne kurulan cümleler, o kurulan cümlelere karsılık kurulan yeni cümleler, tekrar tekrar kurulan ayna cümleler...Ne çok konusuyoruz allahım, tek derdimiz kendimizi anlatmak. Birbirimizden farkımız olmadıgını bildigimizden belki de, "ben" diye baslayan cümlelerin içinde derin bir acı yatıyor. Çünkü biliyoruz ki, senin benden hiç bir farkın yok, her gün aynı atmosfere dalıp, aynı çukurlara düsüp, aynı aşkın içinde kayboluyoruz. Ve ben, kendimi bile dinlemek istemezken, "ben" diye baslayan yabancı kaynaklı cümleleri dinlemek istemiyorum!
Dinlemedin ki beni....Halbuki en bastan “canımı yakma” demistim, sessizce yüzüme baktıgında ise, cümleyi anladıgına emindim.
“Canımı yakma, çünkü yakama yapısan keder benim degil, birilerinden emanet” dedim
Dinlemedin…
Bosluk – Merdiven
Geri dönecek gücü bulsaydım, kapıyı açıp kollarına atlardım "vazgeçtim, çok saçma, seni seviyorum...kahve içelim mi?" diye. Ama laf agızdan bir kere çıkmıstı, daha da kötüsü bacaklarım bu çöp haline dönüsmüs bedeni tasımıyordu. Gidebilme cesaretini göstermek, çok iyi bildigin bir sokakta kaybolmak kadar sasırtcı, hatta komik, bir o kadar da korkunçtu. Ikimizde de anahtarı olan, ama bir daha hiç bir zaman açmayacagımız bir kapıyı kapattım.
Acaba o merdivende ne kadar oturdum? ...Ve sen ne kadar kapının arkasında durdun?
Bilmiyorum....
Kavga
Bildigin yasadıgına yetmedigi zaman, karnına tekmeyi yiyorsun. Bütün içsel gevezeliklerin sonunu getiren esaslı bir tekme o, nefesini kesen cinsinden. Ayaga kalkıp yürüyebilirsen ne ala, yoksa kan tükürüyor insan. Her zaman iyi bir boksör olmakla övünen ben, kan tüküren bir zavallıya dönüsmemi karsı kaldırımdan oturup seyrettim, günlerce...
Günlerce....
Aşk - Akıl
Kazananın olmadıgı, ama kaybedenin de yasamadıgı bu sehrin sokaklarında, sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Kaybeden olmamak için degil, sadece birbirimizi kaybetmemek için. Kalabalık bir sehirde "biz" olmak zordu çünkü. Kalabalık bir zihinde sessiz kalmanın zor oldugu gibi.
Simdi ise hersey çok sessiz, kalbim sagır. Sadece bir çengelli igne ile takılı kaldın zihnime. Bütün canlılıgınla duruyorsun, bütün güzelligin ve sakinliginle, solgun sarı gülüsün ve gri gökyüzünden daha kasvetli ketum halinle.
Bu yüzden sonbaharı hep biraz daha çok sevecegim diger mevsimlerden…
Bir aklın alamayacagi kadar aşıgım sana.
Onun için aklım beklemek zorunda…
11 Eylül 2008 Perşembe
Kristal
Hayat herkes için zor. Karda yürümek gibi zor hayat. Bata çıka yürüdüğün kadar iz bırakıyorsun. Ve o iz bırakma işlemi o kadar zor ki, aslında yürümeye çalışırken, bir yere varmak için degil sadece o izleri bırakabilmek için yürüdüğünü anlıyorsun. Sadece senin için değil herkes için zor bu hayat.
Kabul...
.................................
Terasın yüksekliği boyum kadardı. Boyum denizi görecek kadar uzun, karayı göremeyecek kadar kısaydı. Ben de korktum kapkara bir maviden, aynı sizin gibi. Sonra çekip gittiniz zaten, kaçtınız. Beklenmeyen birşey degildi bu, hatta bana göre çok normaldi. Alışık oldugum, bilakis, görmedigim zaman endişelendiğim, sokağımın köşesinde duran dilenciydi korkaklığınız. Her sabah evimden çıkıp köşedeki dilenciye bakıp üzülmeye, ama yine de orada olduğu için sevinmeye o kadar alıştım ki. Sonuca doğru koşan, koşarken de süreci hep ıskalayan insan görünümündeki korkunuzun kokusu bütün mahalleye yayıldı dün gece. Ve o kadar çok var ki sizden, içinizdeki savaşçının üzerinden atlarınızı geçirip öldürüveren.
Bense dün gece yeldeğirmenlerinin tarafındaydım. Korkunuz bendeki sizle yüzleşti dün gece. Uzun kollarım uzun uzun sarmaya hazırlanırken sizi, korktu korkunuz. Yüzümü güldürüp sesimi çıkarmadan minyon taklidi bile yaptım dün gece ama yine de gördüğünüz sadece uzun kollarımdı ve maalesef siz de pek Don Kişot değildiniz. Sahi nereden buldunuz o zırhı?
Kaçışınızın çıkış kapısının benim deliklerimin içinden geçiyor olması maalesef edepsiz bir komedya. Danté ile yolumuz tam da burada, arafta kesişiyor.
Üçüncü sandalye boş…
Yok muyum yoksa?
Renkli bir yalnızlık içimdeki, göz kamaştırıcı binbir renk. Ve şimdi kafiye olsun diye kullanacağım “ahenk”, size pek de uymuyor. Belli bir derinlikten fırlattığınızda beni, ya da tam ihtiyacınız olduğunda elimdeki hikaye ile kapıya koyduğunuzda aptal gibi, basınç uyguladığınız kalbim kokuyu yoğunlaştırıp kaskatı yapar, kristal damarlarımı keserken, burnumdaki kanı içinde saklasın diye kafamı kaldırdırıp gökyüzünden kayan yıldızı gördüğümde anladım,
“yalnızlığımız camdan olabilir ama bileklerimizi kesmeden el verebilirsek birbirimize, kan dökmeden ve sevgiyle,
işte o zaman dualar kalıcı olur...”
Kabul...
.................................
Terasın yüksekliği boyum kadardı. Boyum denizi görecek kadar uzun, karayı göremeyecek kadar kısaydı. Ben de korktum kapkara bir maviden, aynı sizin gibi. Sonra çekip gittiniz zaten, kaçtınız. Beklenmeyen birşey degildi bu, hatta bana göre çok normaldi. Alışık oldugum, bilakis, görmedigim zaman endişelendiğim, sokağımın köşesinde duran dilenciydi korkaklığınız. Her sabah evimden çıkıp köşedeki dilenciye bakıp üzülmeye, ama yine de orada olduğu için sevinmeye o kadar alıştım ki. Sonuca doğru koşan, koşarken de süreci hep ıskalayan insan görünümündeki korkunuzun kokusu bütün mahalleye yayıldı dün gece. Ve o kadar çok var ki sizden, içinizdeki savaşçının üzerinden atlarınızı geçirip öldürüveren.
Bense dün gece yeldeğirmenlerinin tarafındaydım. Korkunuz bendeki sizle yüzleşti dün gece. Uzun kollarım uzun uzun sarmaya hazırlanırken sizi, korktu korkunuz. Yüzümü güldürüp sesimi çıkarmadan minyon taklidi bile yaptım dün gece ama yine de gördüğünüz sadece uzun kollarımdı ve maalesef siz de pek Don Kişot değildiniz. Sahi nereden buldunuz o zırhı?
Kaçışınızın çıkış kapısının benim deliklerimin içinden geçiyor olması maalesef edepsiz bir komedya. Danté ile yolumuz tam da burada, arafta kesişiyor.
Üçüncü sandalye boş…
Yok muyum yoksa?
Renkli bir yalnızlık içimdeki, göz kamaştırıcı binbir renk. Ve şimdi kafiye olsun diye kullanacağım “ahenk”, size pek de uymuyor. Belli bir derinlikten fırlattığınızda beni, ya da tam ihtiyacınız olduğunda elimdeki hikaye ile kapıya koyduğunuzda aptal gibi, basınç uyguladığınız kalbim kokuyu yoğunlaştırıp kaskatı yapar, kristal damarlarımı keserken, burnumdaki kanı içinde saklasın diye kafamı kaldırdırıp gökyüzünden kayan yıldızı gördüğümde anladım,
“yalnızlığımız camdan olabilir ama bileklerimizi kesmeden el verebilirsek birbirimize, kan dökmeden ve sevgiyle,
işte o zaman dualar kalıcı olur...”
5 Haziran 2008 Perşembe
kiss me to kill me
öyle duruyorduk. karşımda oturmuş, gözleri kanepenin kadifesinde, yüzündeki hafif tebessüm ağzındaki ciddi sözlere inat dudağının sağ tarafını kıvırmıştı. çok göz göze gelmeyi sevmezdi insanlarla, sıkıntılı bir havası vardı. içindekini anlamak için dediklerini dinlemek yerine, dudağının sağ tarafındaki kıvrıma bakmalıydınız, gerçek oradaydı. ben öylece oturmuş, onu dinler gibi yaparken alnının bitiminde başlayan saçlarına dalmıştım, sarışın yapraklı bir güzdü o. gözlüklerini arkaya doğru iterken kafası da o ivmeyle bir süreden sonra ilk defa kanepeden kalktı. daldığım için dağılmış dikkatimi anlattıkları üzerinde toplamaya çalışırken ben, gözleri gözlerimi aramadan buldu. burnuma deniz kokusu doldu birden, sonra geçti. cümlesini sokak ortasında öylece, bitirmeden bıraktı. elini uzattı, boynumu uzattım, kuzu gibi. kesecekti boynumu, öyle hissediyordum. gözlerimi çektim gözlerinden. kendini bana çekti, elini elime demirledi. yüzüm ona doğru uzadı, yüreğim geride durmayı tercih etti. zihnim kepenklerini yarıya indirirken, sanki az önce kelimeleri en ciddi halleriyle ard arda sıralayan o ağız değilmiş gibi yüzümün ortasını buldu. karşımdaki sadece bir çift göz oldu. işte o an bu adam zamanı durdurdu, ışıkları kapattı. yüzüm ellerinde, yüreğim biraz geride bir süre zamansız, tarafsız ve havasız kalakaldık. sonra yavaşça geri çekildi, içim çekildi. konuşmadan durduk. ayağa kalktım, çantamı aldım, çakmağımı bilerek bıraktım, zamanın kırklarına basa basa kapıdan çıktım. üstelik, kapısından çıktığım benim evimdi, onu da çıktıktan sonra anladım.
zamana ihtiyacım var..
gerçek bir zamana..
zamana ihtiyacım var..
gerçek bir zamana..
6 Mayıs 2008 Salı
Rüya Bildirgesi
Bir rüyaya aşık olmak, bir kabusa başkaldırmaktır. Her ne kadar rüya da olsa aşık olunan, zırhlarınızdan cıkarıverir sizi. Demirden yapılmıs o zırh, her daim yeşil bir defne yapragının rüzgarda yere düşmeden süzülmesi gibi süzülüverir üzerinizden. Sizi kabuklarınızdan soyar, cırılcıplak bırakır sevisebilsin diye sizinle. Ve sevebilesiniz diye bu hayatı. Cünkü bilir ki, insan ancak cıplak kaldıgında tam olarak degebilir aşka. Ve ancak o zaman meydan okuyabilir kabuslarına. Soğuğun yırtıcı dişleri değmezse eger derinizin incesine, savasacak gücü bulamazsınız yeldegirmenlerinizle. Bir rüyanın aşkı, sizi tam da getirip buraya koyar işte. Yeldegirmenlerinin önüne. O büyük kocaman kollar sizi icine almaya calışırken, cok korkarsınız. Gördügünüz kendi korkaklıgınızdır. Ağlamak isteyip de sustuğunuz zamanlardır. Bir rüyaya aşık oldugunu bilmenin korkusu ve cesaretidir o an. Ve tek zırhınız gururunuzdur. Öyle kibirli bir gurur degil, sadece hissedebildiginiz icin, insan olmanın o dayanılmaz iyiligini duyumsayabildiginiz ve sevebildiginiz icin yalansız, ve sevilebilecek kadar oldugunuz icin, katıksız. Olmaktan gurur duydugunuz şeyi olabildiginiz icin sadece. Bir an aglayabildiginiz ve tek damla gözyaşının gidecegi yeri bilerek, rahatca ucabildiginiz icin. Görülmeyeni görünebilir kıldığınız ve bunu hayatınızda hic olmazsa bir kere tadabildiginiz icindir o gurur. Alışveriş gibi sevişmediginiz, onun tenindeki her hücreyi hatırlayacak olmanızdan dolayıdır bu cesaret. Belki de hic bir zaman sizin olamayacak bir kadına “eş”im dediginiz icindir bu meydan okuma.
Bir rüyanın icine hapsolmak, bir kabustan kurtulmaktır. Tek yapacagınız gözlerinizi kapayıp uyumaktır...
sekiz ocak ikibinsekiz
Bir rüyanın icine hapsolmak, bir kabustan kurtulmaktır. Tek yapacagınız gözlerinizi kapayıp uyumaktır...
sekiz ocak ikibinsekiz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)